3 Ocak 2012 Salı

Thursday (1998)

Enginlere Sığmam...


Kadrajın sol tarafında "Bütün boy kahveler 69 Sent" yazıyor ve bir de kek bele$. İlk epizot bu tabelanın üzerinden işliyor ve Thursday'in 'rahatsız' bir film olduğunu anlamamız pek fazla sürmüyor. Demek ki; doğru izin üzerindeyiz. Öyleyse devammm...


Spor ayakkabı konseptinde topuklu ayakkabı mı lan o? Yaratıcı bir dizayn. Yerdeki kan mı? Filmde ondan bol bir şey olmadığı için ayakkabılar daha çok ilgimi çekti açıkçası :) 


Filmin bu sahneleri önemsiz gibi görünse de önemli: Güzel evi, düzenli bir yaşantısı olan Nick, baş belası işlerle uğraşmak niyetinde değil. Bir anda çalışan fıskiye tarafından ıslatılmak bile canını sıkıyor. Evi düzenli olmalı, hayatı düzgün olmalı.


Bu buzdolabı içi resmini boş yere koymadım buraya.


Her gün gelip ders çalıştığınız kafedeki güzel garson, masanıza oturup kahve içmeyi teklif ederse? Hayır. Türkiye'den bahsetmiyorum :)


Beklenen kişi geliyor. Ziyadesiyle can sıkıcı biri. Kadrajdaki karakterlerin oturuş şekillerini inceleyin. Skip Woods tüm film boyunca olduğu gibi yine iyi bir resim oluşturuyor.


Aynı söylediklerimi şimdi bu kare için siz söyleyin. Yönetmen, görüldüğü gibi zıt durumları iç içe geçiren bir hikaye anlatmaya çalışıyor.


Hangi erkek bu durumda mutsuz olabilir ki?


Kim bu durum karşısında mutlu olabilir ki?


Filmin bu anı şimdiye kadar söylediklerimin ıspatı niteliğinde. Nick'in bornozlu karesinde bahsetmek istediğim buydu. "Zıtlıkları iç içe geçirmek" sözcüğüyle bahsettiğim de...


Thursday; daha çok Swordfish, Hitman, X-Men gibi filmlerle tanınan Skip Woods'un Amerikan Bağımsız Sineması'nın iyi bir örneği olan ilk filmi. 

Pis işler çeviren iki kafadardan biri -patetik bir mevzu yüzünden- tüm bu işleri bırakıp, düzgün bir hayat yaşamaya başlıyor. İşte bu çook uzun süreci geçiren, ilk baştaki karede bornozuyla gördüğümüz Nick. Yıllar sonra kankası Casey çıkagelir. Artık titiz, temiz, bir ev adamı olmuş olan Nick'in hayatı; Casey'nin gelmesiyle tuhaf bir hale gelir. 

Casey bira kapağını lavaboya atar. Nick bundan nefret eder. Casey ise dolapta son derece sağlıklı şeylerin olmasından. Eski kankası Nick'i hiç iyi görmemiştir. O artık stationvagon araba süren sıkıcı bir herif olmuştur!

Sonrasında ise; beklenmedik misafirler, beklenmedik olaylar...

Nadiren (Özellikle son kısımdaki saat 19.00'daki buluşma muhabbetinde!) klişeye kaçsa da; genel olarak orijinal diyaloglarla bezeli ve son derece sürükleyici bir film izliyoruz. Bol şiddetli bezenmiş, mizahi dozu ağır ve ironi oranı da hayli fazla diye eklemesem olmaz.

Filmde çok keyifli anlar var:

-Robota bağlamış, Hintli kasiyerin sinir bozuculuğu
-Sivri Çekiç'in hikayesi
-Dr. Jarvis'in, seksi kız Dallas'ın karşısında ördeğe dönüşmesi
-Zenci Pizzacı'nın nefis rap/reggea şarkısı
-Neredeyse bütün müzikleri
-Dallas'ın, Nick'i bir bim poşedi gibi hunharca kullanması ;)
-Filmin sonundaki lastik...

Aslında daha çok var ama yazıp da; spoiler ile izlemeyen insanın keyfini kaçırmak olmaz. Ben sadece merak ettirmeye çalışıyorum:)

Film, tüm bu sert öğelerine ilaveten içten içe romantizmi de içinde barındırıyor. Yazının kolyesinde yazdığım gibi: Enginlere sığmıyor:)

Ha tabi söylemeden de olmaz. Bu filmi izlerken aklınıza; Shallow Grave, Lock Stock Two Smoking Barrels, Pulp Fiction gibi filmler gelebilir. Zira o filmler ne ile besleniyorsa; bu film de aynı yerden besleniyor. Bu sebeple bahsettiğim filmleri seven bir izleyicinin, Thursday'i kesinkes izlemesi gerekiyor.

Hiç yorum yok: