5 Ocak 2012 Perşembe

İki Başlı Dev (1990)

Doksanlar Türk Sineması'nın aykırı ve saklı başyapıtı...

Öncelikle söylemek isterim ki; uzun zamandır bu kadar leziz bir eski Türk Filmi izlemedim. Ve bu filmi ifade etmekte biraz zorlanacağımı düşünüyorum. Aslında bu yazıyı diğer blogum kozalaklar.blogspot.com'da yazacaktım. Fakat düşük görüntü kalitesi ve youtube ile ilgili problemim yüzünden capturing tekniğiyle burada ele aldım.

Filmin kötü bir Vhs kaydı bulunuyor. Bu yüzden screenshotlar kötü olacak şimdiden belirteyim.


Film daha ilk sahnesindeki imgesel öğeleriyle seyirciyi içine çekip alıyor: Gazete dağıtan çocuk bisikletiyle dev kapılı bir villanın önüne gelir. Kapının küçük kapağından gazeteyi atarken içeriden vahşi bir köpek sesi gelir. İrkilerek oradan uzaklaşır. Hemen akabinde kamera, kapının üst kısmına doğru yükselir ve kapının üzerinden ilerler ve evin bahçesinin gösterir. Biz de onunla birlikte içeri gireriz...


Evin hizmetkarı kadın; 2 bardak portakal suyuyla, şöförün yanından geçip gider. Son derece zengin bir eve geldiğimiz zaten belliydi. Kamera başka bir plana geçer. Burada nefes nefese insan sesleri duyarız. 

İlk izlediğimde bunun bir seks sahnesini olduğunu düşünmüştüm. Fakat kamera sola doğru kaydıkça birbirlerinin ellerinden tutup, tahtırevalli gibi spor yapan baba ve oğlunu görürüz.


Hakan'ı böyle şaşırtan, babası Cengiz'in zekasından başka bir şey değil.

-(başarmış bir ifadeyle yarım bıraktıkları satranç oyunundaki hamlesini söyler) Fil, C5'e!
-(kendinden fazlasıyla emin bir şekilde) Atımı aldın. niye küçük işlerle uğraşıyorsun?
-(şaşırmıştır.canı sıkılmıştır ve cavap verecek bir şey bulamaz) ??
-İyi düşünmeden de karar veriyorsun. Vezir G7. (ve sırtını dönüp gider)


Şok olur! Bornozu kaptığı gibi yarım kalan oyuna bakmak için satranç tahtasının başına gider. Görür ki; babası onun oynayacağı hamleyi bile tahmin etmiş, yarım kalan oyunu bile aslında fiilen kazanmıştır. Canı sıkılır. Yine ve tekrar!

Buraya kadar izleyip gözünüzden kaçırdığınız bir yer olmuş mudur acaba. Bana kalırsa oldu. Rewind tuşuna 3sn basılı tutun ve filmi geri sardırın. Bakalım hangi detayı kaçırmışsınız?


Herhangi bir anlam ifade etmiyor mu? Devam öyleyse...

En baştan söyleyeyim Cüneyt Arkın uzun yıllardır bir filmde bu kadar iyi performans sergilememişti. Fikret Kuşkan da iyi. Fikret Kuşkan'ın 2000 yılı sonrasındaki işlerine bakınca; bu ilk filmlerinde, genç yaşına rağmen ne kadar sıkı işler çıkardığını görebiliyoruz.

Cengiz Özkan. Büyük bir fabrikanın, büyük bir holdingin patronudur. Sert, otoriter bir adam olduğu kadar her konuda kendini geliştirmiş, son derece zeki bir adamdır. Oğlu ise; maalesef onu hayal kırıklığına uğratmaktadır.  Hal ve hareketlerindeki olgun olmayan tavırlar, aceleciliği, kendisi kadar akıllı ve yetenekli olmaması can sıkıcıdır. Cengiz oğlunu çok eleştirir fakat asla yılmaz. Onun kendisi kadar başarılı olması için uğraşır. Oğlunu geliştirmek onun için önemlidir. Bu; sadece oğlu olduğu için değil, Özkan sülalesinin tek veliahtı olduğu için onun üzerine binmiş bir vecibedir. 

"Benimle küçük sesinle konuş". 

Cengiz Özkan'ın bazı durumlarda Hakan'a uyarı amaçlı söylediği bu tuhaf cümlenin, daha sonradan öykünün yapısökümünde önemli yeri olduğunu göreceğiz.

Bazı diyalogları yakalamamız; öyküde, Cengiz'in egosunu ve perfektist düşünce yapısını kavramak açısında son derece önemli. 

-Fransız atları iyi midir?
-Niye sordun?
-Türk atlarıyla çiftleştirilecekmiş...
-(gayet kızgın bir ifadeyle) Atlarımızın soyunu kıracaklar. Melez attan ne hayır gelir ki. Kim akıl ediyor böyle aptalca düşünceleri!

Cüneyt Arkın'ın kendi sesi kullanılmış. Bu cesur hareketin ödülünü Cüneyt Arkın da fazlasıyla vermiş. Normalde ince olan sesi, sırıtmadığı gibi otoriter sert adam imajını perçinlemiş. Bazen cesur olmak gerekiyor.


Fabrikada çay servisi yapan hizmetli kadın ve burada geçen diyalog; oğlanın pseudo'sunu tetikleyen unsurlardan biri. Buradaki önemsiz görünen diyalog filmin genel öyküsüne etkisi bakımından bir katalizör etkisi görüyor.


Hakan, fabrikada babasının sağ kolu gibi görünse de; saksının dibinden aldığı küçük çakıl taşlarını bir avucundan diğerine boşaltarak; güçlü Cengiz'in yanında karton bir reklam panosu gibi kalıyor. Avucunda taşlarla oynamak; Hakan için önemli bir tik. Özellikle sinirli, morali bozuk olduğu anlarda o taşlara çok fazla ihtiyaç duyacak. Ama resimde de gördüğünüz oğlundaki bu zayıf duruş Cengiz'in fena halde canını sıkıyor. 


Filmin komik anlarından biri. Yabancı şirketler ortaklık için Cengiz'in holdingine gelmişlerdir. Cengiz toplantıya bilerek geç katılır. İçeri girdiğinde İngilizce olarak geç kaldığı için özür diler. Sonrasında ise olası ortak Japon patron ile çatır çatır Japonca konuşur. Burası Cengiz'in mükemmel birey karakterinin temelini güçlendirmek için hazırlanmış bir plan olsa da; Cüneyt Arkın'ı Japonca konuşurken görmek; insanı, ister istemez tebessüm ettiriyor :) Koniçiva San :P


Filmin, öykü temasını ifade eden, en önemli sahnesi. Bunun üstüne ancak mum dikilir. 


Aslı. Bu resimde böyle etkisiz durduğuna bakmayın. Aslı'nın ortaya çıkmasıyla öykü farklı bir ivme kazanıyor. Tahmin edeceğiniz gibi Cengiz bu kızdan daha ilk andan itibaren nefret ediyor!


Resme bakın ve bu oyunu kimin kazandığını söyleyin?


Hakan'ın çakıl taşlarına ihtiyaç duyduğu anlardan biri. Peki neden. Sebebi için Zihinsel Rekonstrüksiyon diyeyim de;  bir sürü şey yazıp, hiçbir şey anlatmayan entel sinema yazarı gibi havam olsun :))


20'li yaşlarını aşmış olmasına rağmen her gece babasının elinden süt içen için bir genç için yatağında böylece yatan bir kız; Hakan için son derece anormal bir durum.


Bazı planlarda çok fazla Pause Tuşu'na bastığımın ve bokunu çıkardığımın farkındayım. Ama şu güzelliği koymasam yazık olurdu.


Bu bölüm extravaganza pizza gibi. Malzemesi bol. Babasının getirdiği sütü saksının dibine döken Aslı, bardağa viski koyup, Hakan'a uzatır. "Bardaktaki su birikintisi bile viskinin tadını bozuyorken, sütü boşaltıp viski koymak nasıl bir hanzoluktur!" demiycem. Yapmıycam bunu :) Şaka bir yana; bu sahnenin öykünün içindeki yeri çok büyük. Ben de her sahneyi etkisi büyük diyorum. Filmi anlatmakta zorlanacağımı taa en başında söylemiştim :)


Cengiz'în babası, torununa Aile Kuşağını gösterirken, ona öneminden de bahsediyor. Peki kuşağı o kadar önemli kılan ne?


Filmin high peak yaptığı anlardan biri. Artık ok yaydan çıkıyor...


Filmin son epizotu: Tüyler ürperten, çarpıcı, akıllarda soru işareti bırakan; muhteşem final sahnesi.

Orhan Oğuz, merhum eşi Nuray Oğuz'un kaleme aldığı bu sıradışı senaryoyu Türk Sineması'nın gizli başyapıtlarından birine dönüştürüyor. Sinemamızda yüze göze bulaştırılan "psikolojik sinema" örneğinin nadir iyi örneklerinden biri. 

Filmin başında da bahsettiğim tahtırevalli sahnesiyle; başroldeki iki ana karakterin birbiriyle oluşturduğu "kilit-güç" mekanizmasını önce zihnimize kazıyoruz. Yer yer erör veren sistem, Aslı'nın eklenmesiyle hatalı döngüye girmeye başlıyor. 

Şu ana kadar kastığım ve spoiler vermemek için uğraştığım yazıya daha yazmak istediğim çok fazla şey var. Filmin bütün yapısökümünü açıklayan psikolojik detaylarını; imgeler ve duygularını analiz ederek, tek tek yazmak istiyorum. Yazarım yazmasına ama filmi henüz keşfetmemiş sinemaseverlere haksızlık olur. Burada bırakıyorum. 

Yüreklere işler...

Hiç yorum yok: