22 Ağustos 2010 Pazar

Scrapbook (2000)


Evet bağımsız sinemanın ilginç örneklerinden birine geldi sıra. İlginç...Öyle böyle değil!

Eric Stanze'nin çektiği 2000 yapımı bu film, aslında bir mockumantary. Yönetmen filmin mock olması için elinden geleni yapmış adeta. Film Mini DV veya VHS video kamera gibi bir cihazla kaydedilmiş. Yer yer görüntü grenleniyor veya kareleniyor. Bu şüphesiz ki bilinçli bir tercih. Filmin berbat atmosferini tetiklemek ve gerçekçiliği sağlamak için. İşe yarıyor mu? Kesinlikle yarıyor. İzleyici, bir an için piskopat bir adamın arşivlediği videolardan birini izlediğini sanıyor.  


Filme sadece mock olarak bakmak yeterli değil. Hem minimal hem de deneysel sinemanın bir ürünü olarak da düşünebiliriz. İki oyuncunun da performansı filmi götürmeye yetiyor.

Film, aslında tam olarak sadist-piskopat bir katilin, bir kıza yaptığı akıl almaz işkenceleri anlatıyor. Adam, kurbana; envai çeşit şiddet uyguluyor, tecavüz ediyor, hakaret ediyor...Yeri geliyor insan gibi de konuşmasını biliyor. Aslında adamın derdi belli. İşkence ettiği kadınları öldürmeden önce onlara kendi scrapbook'unu doldurtuyor. Yaptığı işkenceler, tecavüz ve bilumum sapıklıklar karşısında kadınların ne hissettiklerini günlüğüne yazmarını istiyor. Scrapbooku o kadınların resimleriyle de destekliyor. Defter artık öyle bir hale geliyor ki; her geçen gün yeni bir kurbanla, yeni şeyler eklemek onun için ciddi bir hobiye dönüşüyor. Öldürdüğü kurbanları da evin çöpünde biriktiriyor. Torbaların içinde.

İşte birinci karedeki duvarda yeralan resimler o kadınların polaroid resimleri. O kadar çok çekmiş ki bunların hepsinin günlüğe girmesi imkansızdı zaten.

Günlüğün bazı yerlerinde "I'm winning" yazıyor. Evin bir odasının duvarında da aynı şekilde. Adamın belli ki; kadınlarla ciddi bir derdi var!

Pause'taki 2. kare bir işkence anından. Film o kadar sert, o kadar şiddet dolu ki; nereyi alacağımı bilemedim. Şiddetin boyutunu anlatan bu kareden olanları az çok tahmin etmişsinizdir...


Filmin koptuğu an; kızın kitaba yazdığı bu cümle: "You are all i need". Bu filme yapılabilecek en büyük spoiler herhalde bu. Bu kadar sadist bir filmi izlemeyeceğinizi düşünerek, utanmadan spoiler veriyorum:) Eee her eklediğim filmi de izlemenizi, ruh sağlınız açısından tavsiye etmem mümkün değil elbette. 

Son olarak eklemek gereken bir şey varsa o da şu: 

Film, şiddeti bir meta gibi kullanıyor. Onu estetize etme ihtiyacı bile duymuyor. Herhangi bir yalanla "ben şu olayı resmetmek için şiddet kullandım" da demiyor. Gayet net bir şekilde şiddeti, sadizmi yüceltiyor. Seyirciyi bunu ham bir şekilde kullanarak, sarsmak, yıkmak istiyor. Şiddet için şiddet kullanıyor. Bunu herhangi makul bir sebebin altına sokarak, 'şiddet istismari film' kategorisinden çıkmaya çalışmıyor. Aksine bu janrda olmaktan haz duyuyor. Bu bağlamda Serdar Akar'ın Barda filmi gibi bir ikiyüzlülüktense bu amatör-indie sinema örneğini daha samimi buluyorum. Haaa ne kadar güzel bir film, ne kadar izlenebilir; orası apayrı bir mevzu...

Hiç yorum yok: